Duygusal Olgunluk

Fiziksel olgunluğun en iyi yanı tespit edilmesinin çok kolay olmasıdır. Birinin büyüyüp serpilmek için daha ne kadar zamana ihtiyacı olduğunu kolaylıkla söyleyebilir ve beklentilerimizi ona göre ayarlayıp sabır gösterebiliriz. Oysa konu duygusal olgunluk olduğunda böyle bir lüksümüz yoktur. İnsanlar bu konuda bizi her zaman şaşırtabilirler. Yetişkinliğin tüm sorumluluklarını yerine getiren, kendinden emin ve kültürlü bir insanda duygusal olgunluğun zerresi olmayabilir. Bir aşk ya da iş ilişkisine belki ancak yıllarımızı verdikten sonra, ilişki içinde olduğumuz kişinin duygusal açıdan bir çocuktan farksız olduğunu görebiliriz.
Bu nedenle, duygusal olgunluğa erişmemiş birini ayırt etmeye ve gerektiğinde hızla oradan uzaklaşmaya yardımcı olacak ufak bir rehber işimize yarayacaktır. Bu yazıda bir sohbet sırasında duygusal olgunluğa erişememiş insanları ele verecek birkaç örnek cümle bulacaksınız:
1- ‘Tek başıma vakit geçirmek konusunda iyi değilim.’
Olgun insanları diğerlerinden ayıran en önemli şeylerden biri, kendilerini oyalayacak bir şeye ihtiyaç duymadan kendi başlarına kalabilmeleri, kim oldukları ve deneyimleri üzerine düşünebilmeleridir. Olgun insanlar ne kadar zor ve rahatsız edici olsa da duygularını inceleme ve gerçekten hissetme fırsatını kendilerine tanırlar. Kendi öfkeleriyle, kıskançlıkları ya da utançlarıyla yüzleşebilirler. Olgunluğa erişememiş insanların ise kendilerini yapmaktan alıkoyamadıkları bir şey vardır: kendi zihinlerini anlama ihtimalinden kaçınmak için kendilerini oyalayacak birisi ya da bir şey bulmak.
2-‘Çocukluğumu pek hatırlamıyorum.’
Zorlukların yaşanmadığı bir çocukluk yok gibidir. Kimse istemese ve ebeveynler en iyi niyetlerle hareket etseler de çocukların gelişimi mutlaka yaralar ve aksaklılarla doludur. Bu yüzden asıl mühim olan birinin mutlu bir çocukluk geçirip geçirmediğinden çok (ki dünya üzerinde neredeyse kimse tümüyle mutlu bir çocukluk geçirmemiştir), çocukluğuna dair hem iyi hem kötü yönleriyle serinkanlı ve sağduyulu bir perspektif geliştirip geliştirmediğidir. Geçmişe dair çok az şey hatırlamak geçmişin cennet gibi olduğunu ya da ‘mazide kaldığını’ değil, henüz üzerine çok fazla düşünülmediğini gösterir.
3-‘Bunu daha önce hiç düşünmemiştim…’
Duygusal olgunluğa erişmemiş insanlar tutkuları, acıları, planları ve geçmişlerine dayalı sorularla karşılaştıkları sohbetleri sürdürmekte zorlanırlar. Örneğin, bir şeyler içmek için birlikte oturduğunuzda eski sevgililerinden neden ayrıldığını, anlamlı bir işin onun için ne anlama geldiğini, çocukluğuna yönelik pişmanlıklarının ne olduğunu sorduğunuzda (oldukça naif bir biçimde) bu konuların onun için çok yeni olduğunu ve ‘bunu daha önce hiç düşünmediğini’ görürsünüz. Bu ketumluktan değil muhtemelen sürdürdüğü hayata dair düşünmenin yoğunluğunu ve acısını göze almamış olmasından kaynaklanır.
4-‘Her şey çok iyi gidiyor. Sıkıntı yok…’
Tabi ki iyi hissetmeyi kimseye çok görmüyoruz. Ne var ki duygusal olgunluğa sahip olmayan insanlar genellikle iyi hissederler ve kötü duygulara kendilerini bırakamazlar. Her şeyin iyi gittiğini söylerler (aileleri, işleri, aşkları, cinsel hayatları, tutkuları) çünkü öfke ve kayıp duygularını, kafa karışıklığını ya da başına buyruk arzuları tetikleyebilecek daha karmaşık ve daha gerçek bir şeyle başa çıkabilecek içsel kaynakları yoktur. Böyle biriyle yapacağımız sohbetten her insanın böylesi tek boyutlu, neşeli bir hayat süreceği fikriyle kafamız karışmış ve yalnız hissederek ayrılmamız mümkündür.
5-‘Bunlar hep psikologların saçmalamaları…’
Bir sohbet duygusal bütünlüklerini sarstığı anda, duygusal olgunluğa erişmemiş insanlar bunların kafa karıştırıcı saçmalıklar olduğunu söyleyerek konuyu kapatmaya çalışır. Tüm sorunlarımızın çok fazla düşünmekten ileri geldiği gibi basit bir düşünceye yaslanmaya ihtiyaçları vardır. Bu tür bir tutum, kaygılı insanlara “kendilerini toplamalarını” ya da ruhsal sıkıntıların çoğunun yeterince dışarı çıkmamaktan kaynaklandığını söylemelerine neden olur. Elbette hiçbiri özgüvenli olmalarından kaynaklanmaz: Bu dehşet içinde kulaklarını tıkayıp, can yakabilecek gerçeklere ‘Hayır’ demelerinin bir yoludur yalnızca.
Duygusal olgunluğa erişmemiş insanlar son derece çekici ve zaman zaman eğlenceli olabilirler. Yine de genel bir kural olarak onlara uzak bir tarihe randevu vermemiz, belki bir on ya da yirmi yıl sonra tekrar geri dönmemiz daha iyi olur. Sonuçta hayat, duygusal bir olgunluğa erişmek için çabalamayan insanlara vakit ayırmak için çok kısa, çok ilginç ve çok yalnızdır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s