Hayatımızda birçok kez duyduğumuz bir söylem var: Çevreni Geliştir!
Türkçesi “çevre edinme, ağ kurma” diye çevirebileceğimiz “networking” kavramı dilimize bir hayli girmiş vaziyette. Etrafımdaki insanların çevre edinme uğraşlarına saygılı olmakla beraber bu noktada büyük bir yanlışa düştüklerini gözlemliyorum.
Gerek Biztalks (www.biztalks.org) etkinlikleri olsun, gerek yurt dışındaki çalışmalarımda ciddi bir çevrenin içerisindeyim. Bugüne kadar asansörde de başka ortamlarda da çok üst düzey yönetici ve yatırımcılarla, iş adamlarıyla bir araya geldim. Ve kimsenin birbirine kartvizit uzattığını görmedim. Yapsalar çok komik olurdu herhalde. Ve en önemlisi bütün bu insanların kartvizitten başka, işten başka ne varsa bu tarz ortamlarda bunları konuşuyor, şakalaşıyor, eğlenmek istiyor oluşlarına şahit oldum. Kişinin en eğlenmek istediği zamanında pat diye kartviziti gözüne sokarsanız sonuç çok hayırlı olmaz diye düşünüyorum.
Çünkü bu insanlar karşı taraftan kendilerine sadece samimi davranmalarını bekliyor. Ajitasyona, yalvarmaya, popülist söylemlere, abartılı hareketlere, cıvıklığa çok mesafeli duruyorlar. Bu kadar ağır iş yaşamı içinde, herkesin birbirinin karakterini taklit ettiği bir dünyada doğal insanlarla karşılaşmak onlar açısından bir hayli zor. İşte bu insanlarda bu yüzden o samimiyeti arıyorlar.
Don’t bullshit a bullshitter!
Zengini de, yatırımcısı, işvereni de, simitçisi de, bakıcısı da sizden samimiyet bekliyor. Kartviziti insanların gözüne sokmanıza gerek yok. Hele ki tereciye tere satmaya hiç kalkışmayın derim. İnsanları kandırmaya çalışmakla zaten en büyük hatayı ilk başta yapıyorsunuz.
Amerikalılar mesela pazarlama ve iş yönetiminde çok iyiler. Bu insanlar zaten pazarlamadan geldikleri için onları ikna etmenin yolları da buradan geçiyor. Fakat bunca insanın arasından sıyrılıp karşı tarafta farkındalık oluşturmak çok kolay değil. Yenilikçi fikirler bulup, onları doğal ve farklı bir biçimde onlara sunmanızı bekliyorlar.
Benim bu konuda en temel önerim karşı tarafa net, dürüst ve samimi olmanız yönünde olacak.
Ne istediğinizi net bir şekilde karşı tarafa aktarıp, samimiyetinizden ödün vermezseniz dikkat çekiyorsunuz. Öncelikli olarak sizden ne koparırım değil de, x işini yapıyorum, y şirketim var. Size hangi konularda yardımcı olabilirim gibi bir soru karşı tarafa daha samimi geliyor.
Etkinliklerde yapılan yanlışlardan bir tanesi de bayram şekeri dağıtır gibi daha iki kelime muhabbet etmeden kartvizit uzatmaya kalkışmak. Bu devirde kim kartvizit taşıyor? Kim sizin kartvizitinizi hatırlayacak, evinde yâda ofisinde saklayacak? Ben taşımıyorum şahsen.
Peki, bu insanlarla nerede karşılaşacağız?
Gözden kaçırılan en önemli noktalardan bir tanesi bu insanların da markete, fırına, hamama, okula gidiyor oluşları, sizin gibi WC’ye, kitapçıya, AVM’ye, diskoya, bara, camiye gidiyor oluşlarıyla alakalı. Neden Elevator Speech demişler ama WC Pitch dememişler? Hiç düşündünüz mü?
Çünkü bütün bu tanışma şekilleri kültürel ve sosyolojik bir harmandan geliyor. Plaza kültüründe insanların asansörde birbirleriyle sık sık denk geliyor oluşları onlar için “sell yourself” fırsatı sunuyor. Ama hayatında asansöre binmemiş bir insana gidip asansör konuşmasında şöyle yapın diye networking dersi vermek çok saçma olur değil mi?
Kendi iş dünyamıza bakarsak, ülkemizin kültürel değerleri doğrultusunda yeni networking stratejileri belirlemeliyiz diye düşünüyorum. Bizim sosyalleşme, yeni şeyler öğrenme ve insanlarla tanışma şeklimiz yabancılarla bir olmak zorunda değil.
Etkinliklerde yoğunluktan görüşemediğiniz bir insanı Cuma namazında görebiliyorsunuz. Bir yerde yemek yerken, kitapçıda dolaşırken, parkta otururken vb. birçok yerde çok farklı sektörden insana denk gelebiliyorsunuz. Yani hayatın içinde o kadar çok fazla fırsat var ki, yeter ki samimi olalım. İnsanlara etiketlerine, ortamdaki hallerine göre davranmayın. İnsanlar bundan sıkılıyor.
Vapurda çay ısmarladığım kişinin Nevşehir Valisi çıkmasından tutunda, Fırat Üniversitesinde ki konuşmamdan sonra yanıma yaklaşan çiftçi bir dayının “Uçak alsam, kiraya versem çok kazanır mıyım Nazif Bey?” diye soruşunu, benim de ciddi ciddi break even point’e kadar detaylıca kendisine anlattığımı düşünün. Sonrasında amcanın Elazığ’ın en zengin çiftçileri arasında olduğunu öğrendim, birçok sucuk şirketine et tedarik ediyormuş 🙂 Zürih’te tramvayda tanıştığım beyin “Forbes Under 40” listesinde olmasından tutunda, garson bir arkadaşla muhabbet ederken sizi amcamla tanıştırayım diye beni bir şirketin yöneticisiyle tanıştırmasına kadar birçok anım var.
Özetlemek gerekirse;
Metrobüste yer verdiğiniz bir beyden tutunda, Cuma namazında yanınızda selam verdiğiniz kişiye kadar, kitapçıda kitap okurken aynı masada oturduğunuz kişiden, vapurda martılara simit atan kişiye kadar her yerde networking fırsatı var. İnsanlar sokakta.
Sadece belirli etkinliklerde bir araya gelmekle, kartviziti insanların gözüne sokmayla oluşacak bir ilişkinin çok sürdürülebilir olduğuna inanmıyorum. Esas olay kalbe girebilmekte yatıyor.
Business to Business Networking’ten ziyade Heart to Heart Networking’e geçiş yaptığımız müddetçe çevremizde her anlamda daha geniş bir hale geliyor.
Selamların en güzeliyle,
Alıntı