Pasta Kıtırı
Ona kızgın olduğunu biliyorum.
Neden şunu denemiyorsun ?
Ona bir mektup yaz.
Bütün duygularını dök.
Öfkeni ve hayal kırıklığını anlat.
Hiçbir şeyi gizleme.
Sonra mektubu bir çekmeceye koy.
İki gün sonra oku.
Hala yollamak isteyecek misin bakalım?
Ben öfkenin ve pasta kıtırının iki gün sonra yumuşadığını öğrendim!!
Alıntı
Ay: Nisan 2021
KÖPRÜNÜN VERGİSİ
Vezirler huzura çıkmışlar;
─ Padişahım, hazinede para kalmadı. Yeni vergilere ihtiyacımız var, demişler…
Padişah, kavuğunun altından kafasını kaşımış;
─ Eeee! Ne vergisi koyalım? demiş.
─ Köprülere adam koyalım, geçenden bir akçe alsınlar!
Padişah;
─ Tamam, demiş.
Aradan bir süre geçtikten sonra Padişah sormuş vezirlerine;
─ Tepki var mı?
─ Hiç bir tepki yok hünkarım!
─ İyi o zaman köprünün diğer tarafına adam koyun, çıkandan da bir akçe alsın!
Aradan bir süre geçmiş, Padişah;
─ Var mı şikayet?
─ Yok!
Halkının tepkisizliğine kızan Padişah, gürlemiş:
─ Köprülerin ortasına da adam koyun, gelip geçeni becersin!
Aradan birkaç gün geçmiş, hala bir tepkinin olmamasına içerleyen Padişah, çağırmış vezirlerini;
─ Köyün birine gidelim. Halkı dinleyelim hele bir, demiş.
Gitmişler köye, Padişah sormuş;
─ Var mı şikayet? Ses yok. Padişah;
─ Var mı şikayet? Konuşun yoksa, taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacağım, diye gürleyince arkalardan cılız bir ses duyulmuş;
─ Padişahım, o köprünün ortasındaki adam var ya!..
─ Eeee!, demiş Padişah bir umutla…
─ Akşamları çok kalabalık oluyor, sıra uzuyor, bir adam daha koysanız…
VAZGEÇTİM
Sevmekten ne zaman vazgeçtim?
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi; çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım. Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.
Alıntı
ÜLKEMİZDE KULLANILMAYAN SÖZLER
“Bilmiyorum”
“Bu konuda bilgim yok”
“Haklısın”
“Hata benim”
“Özür dilerim”
“Kusura bakma”
“Affedersin”
“Yardıma ihtiyacın var mı?”
“Büyük başarı, kutlarım”
DOST
Dostluk, her türlü acıya beraber katlanmak değil, her türlü acının üstesinden beraber gelmektir. Senin derdinden kendine dertler yapan, senin mutluluğundan kendine gülümsemeler icat edendir DOST. Yaranı sana hissettirmeden iyileştirendir. Karşındaki konuşurken, kendin konuşuyormuşsun gibi hissettirendir DOST. DOST, acı çektireceğini bildiği halde acı konuşmaya devam eden ve bunun için geride bıraktığı kayıplardan asla pişmanlık duymayandır. Aradığında bulunamayacak kadar az, bulunduğunda aranamayacak kadar çok olandır DOST. DOST hep acı söyler. Bir diğerinin hayatını sırtlanmanın gereğidir bu. Sana rağmen, senin için kırabilir kalbini… Eğer senin gerçek dostunsam ve yine bir gün gitmek zorunda kalırsam, seni bulduğumdan daha iyi bir yere bırakmalıyım. O zaman dostluğun hakkını vermişim demektir.—
Bambaşka-Kahraman Tazeoğlu
İNSAN OLMAYI ÖĞRETİYORUZ
Üzmüşler çocuğu, diğer çocuklar. “Senin baban çöpçü, sen de pis kokuyorsun” demişler. Vicdan duygusu tam gelişmemiştir okul öncesi çocuklarında. Zaman zaman böyle acımasız olabilirler. Sonuçta hepsi çocuk işte. Kırmışlar yavrucağın kalbini. Çocukların güzel yanıdır gönülleri, kırılsa da çok, hemen toparlanmaya meyillidir. Yetişkinlere benzemez, kin gütmezler.
Konuştum babayla. Çok üzüldü, çocuğunun üzülmesine. Dağ gibi adam gözyaşlarını ilk kez ayırdı gözlerinden belki de. “Üzülmek yetmez dedim, bir planım var. Dahil olur musun?” Kabul etti seve seve. “Pis ülke” oyunu oynattım çocuklara bir gün. Türetilmiş (uydurma) bir oyun. Ne bulduysak attık yerlere. Bu arada “kötü koku spreyi” sıktık sınıfa, çocuklar görmeden tabi. Birazdan sınıf dayanılmaz bir kokuya karıştı. Dedim niye böyle oldu* Dediler öğretmenim çöplerden, pislikten. Durun dedim, bakın kapıya, biri gelecek, kurtaracak bizi bu pislikten, kokudan.
Pür dikkat kapıya bakıyor hepsi. Yepyeni sıfır çöpçü kıyafetleri, süpürgesi ve faraşı ile giriyor kahramanımız. Çocuklar büyüleniyor sanki. Bak bak bitiremiyorlar. 1.90 boy. Heybetli mi heybetli çöpçümüz. Başlıyor hemen temizliğe. Bende pencereleri açıyorum hemen. Temiz hava nüfuz edince etkisini kaybediyor kötü koku spreyi. Yardımcı öğretmenimiz de yasemin kokulu oda spreyini sıkıyor birkaç fıs. Çocukların gözü bizi görmüyor zaten. Ama içlerine doluyor mis gibi çiçek kokusu.
Sonra yarım ay düzeninde oturuyoruz çöpçünün karşısına. Konuşuyor prova ettiğimiz gibi. “Çöpçüyüm ben” diyor. “Siz sabahları uyurken daha, ya da gece yarısı mahallenizin çöplerini topluyorum. Arkadaşlarım da var. Onlar da topluyor. Çöpler toplanmasa sokaklardan, her yer bugün sınıfınızın koktuğu gibi kokar. Çöpçülük zordur çocuklar. Çok zor iştir.”
Anlatıyor uzatmadan. Kısa, öz, keskin. Anlattıkça daha da büyüyor adam.
Nasıl dinliyorlar anlatamam. Gözlerini hiç ayırmadan. Hele oğlu. Gurur duyuyor babasıyla ve her sözünde hayran oluyor ona. O bakışa ömür verilir inanın bana. Sonra fotoğraf çektiriyoruz hepimiz kahramanımızla. Alkışlarla ve aşkla uğurluyoruz çöpçümüzü. Bir baba, bir oğul. Tedavi edilmiş iki yürek. İşimiz bu. Yüreğe dokunmak. Hanımlar, beyler! Bir çocuğun alın teriyle para kazanan babasının mesleğinden utanmasına dayanamam. Dayanırsam, öğretmen olamam.
Ertesi sabah soruyor birkaç veli. “Bizim çocuk akşamdan beri büyüyünce çöpçü olacağım diyor. Siz ne öğretiyorsunuz bu çocuklara Allah aşkına?”
Gülümseyerek cevap veriyorum. “İnsan olmayı öğretiyoruz”…
3 BÜYÜK TEHLİKE
Akıllı insanların duygusuz oluşu
Duygulu insanların etkisiz oluşu
Etkili insanları akılsız oluşu
HAYATTA NASIL BAŞARILI OLUNUR?
Yumuşak – Konuş.
Makul – Ye.
Derin – Nefes al.
Yeterince – Uyu.
Şık – Giyin.
Korkusuz – Hareket et.
Sabırla – Çalış.
Farklı – Düşün.
Hoşgörülü – Davran.
Dürüst – Kazan.
Düzenli – Biriktir.
Akıllı – Harca.
YORULDUM
Seviyormuş gibi yapanlardan,
Gitmeyecekmiş gibi ümit verenlerden,
Tutacakmış gibi söz verenlerden,
İyi biriymiş gibi davrananlardan,
Göründüğü gibi olmayanlardan,
Olduğu gibi görünmeyenlerden,
Yapmacık insanlardan,
Birine güvenip pişman olmaktan,
Verdiğim değerin boşa gitmesinden,
Herkesi insan yerine koymaktan,
YORULDUM.
SIFIR
Sıfır bir değer değildir. Bir sayı bile değildir. Ancak bir sayının yanına gelince değer yaratır. Tıpkı sevda gibi. Sevdanın da tek başına değeri yok. İlle de biri olmalı. Sıfır ne kadar çoksa sayı o kadar çoğalır. Sevda da ne kadar çoksa insan o kadar çoğalır. Büyür. Biri dese ki, Sevdamı al, kendine ekle, bir ömür ile çarp, sonra sonsuza eşitle. Yine değeri sıfır olur mu senin için?
7 Numara
HAYAT BU
Üzülüyorsun, takma diyorlar,
Kızıyorsun, değmez diyorlar,
Boş veriyorsun gamsız diyorlar.
Konuşuyorsun, muhatap olma diyorlar,
Çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar,
Alttan alıyorsun, tepene çıkardın diyorlar.
Bağırıyorsun, sakin ol diyorlar,
Aklı başında davranıyorsun, bu kadar uslu olunmaz diyorlar.
Ölünce ne diyecekler?
Muhtemelen… Ölüm sana yakışmadı.
Normal tabii, dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler!
Neyzen Tevfik demiş ki:
Hayat, çatlak bardaktaki suya benzer…
İçsen de tükenir içmesen de;
Bu yüzden hayattan tat almaya bak…
Çünkü yaşasan da bitecek…, yaşamasan da…
SEVGI VE DOSTLUK
Kavgayı bir yaprağın üzerine yazmak isterdim, Sonbahar gelsin yaprak dökülsün diye. Öfkeyi bir bulutun üzerine yazmak isterdim, Yağmur yağsın bulut yok olsun diye.. Nefreti karların üzerine yazmak isterdim, güneş açsın karlar erisin diye.. ve Dostluğu ve Sevgiyi yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye..
KÜÇÜK PRENS KİTABINDAN ALINTILAR
“Küçük Prens” Kitabından Büyük Anlamlar Taşıyan 8 Alıntı
- “İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.”
- “En zoru budur. Kendini yargılamak , başkalarını yargılamaktan çok daha zordur. Kendini gerektiği gibi yargılayabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.”
- “Bazen sevdiklerinizin özgürce uçmasına izin vermeniz gerekir.”
- ”Kelebeklerle tanışmak istiyorsam, bir iki tırtıla katlanmayı öğrenmek zorundayım.”
- “İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkanlardan her İstediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkan olmadığı için dostları yok.”
- “Örneğin öğlenden sonra saat dörtte gelsen, ben üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım.”
- “Büyükler sayılardan hoşlanır. Onlara yeni bir dostunuzdan söz açtınız mı, hiçbir zaman size önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: ”Sesi nasıl? Hangi oyunu sever? Kelebek toplar mı?” diye sormazlar. “Kaç yaşındadır? Kaç kardeşi var? Kaç kilodur? Babası kaç para kazanır?” diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. Büyüklere: “Pembe kiremitten bir ev gördüm, pencerelerinden sardunyalar, damında güvercinler vardı” derseniz, o evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Onlara: “Yüz bin liralık bir ev gördüm” demeniz gerek. O zaman: “Aman ne güzel!” diye bağırırlar.”
- “Sahibi olmayan bir elmas bulursan, o elmas senindir. Sahibi olmayan bir ada bulursan, o ada senindir. Bir buluş yaparsan patentini alırsın, buluş senin olur. Mademki yıldızlara sahip olmak benden önce kimsenin aklına gelmedi, yıldızlar benimdir.”
DEĞERLER Mİ? NE DERLER KORKUSU MU?
Ünlü iletişim psikolojisi uzmanı Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koymuş ve “Bu ekmeğe basabilecek birisi var mı?” diye sormuş salondakilere. Hiç ses çıkmamış tabii. “Sahneye gelip bu ekmek parçasına basana 100 dolar vereceğim” diye devam etmiş. Salondan yine çıt yok… Fiyatı artırarak 5000 dolara kadar getirmiş. Bu sırada salonda bulunanlardan birisi, “Hocam, istersen 500 bin dolar ver, yine bize o ekmeği çiğnetemezsin, boşuna uğraşma!” demiş. Doğan Hocam da, “İşte değerler eğitimi budur” diye noktayı koymuş… Para vererek ekmek çiğnetebileceğiniz insan sayısı yok denecek kadar azken, bedavaya yalan söyleyen, dedikodu yapan insanların bu kadar çok olması biraz garip değil mi? Acaba yalan söyleme konusunda bu kadar hassas olamaz mıydık? Veya herhangi bir toplulukta birisi gıybet etmeye başladığında herkes tepki veremez miydi? Yere düşen ekmeği çiğnememek için duyduğumuz hassasiyet, yerlerde sürünen bazı değerlerimiz çiğnenirken niçin kendini göstermiyor acaba?”
MUTLU OLALIM
Ben sana; “Gel beraber mükemmel bir çift olalım, hiç ayrılmayalım, herkes bizi kıskansın.” demiyorum ki.
Gel diyorum beraber insanları boş vererek şarkı söyleyelim. Dört dörtlük söyleyelim de demiyorum ki.
Bilmediğimiz yerleri sallarız Allah ne verdiyse.
Ben sana gel beraber yemek yapalım, mükemmel kekler pişirelim demiyorum ki. Mahvedelim edelim; yemeği de mutfağı da. Ama yiyelim yine de biz yaptık diye.
Sonra gel harika bir hayatımız olsun demiyorum ki. Kavga edelim, ayrılalım. Aşkı kuvvetlendiren ayrılıklar değil midir zaten? İşte, olsun. Sıkıcı bir beraberlik olmasın. Kavga da olsun arada.
Beraber kitap okuyalım, kültürlü iki çift olalım demiyorum ki ben sana. Gel diyorum, beğendiğimiz kitapları alalım kültürlü olmak mı? Boş ver. Zevkimize uygun okuyalım. Sadece beraber okuyalım diyorum.
Sonra ben sana numaradan korku filmi izleyelim böylece bana sarıl, romantik olur demiyorum ki. Gel diyorum, ya komik bir film izleyelim kahkahalarla eğlenelim. Ya da hüzünlü bir filmle gözyaşlarına boğulalım. İçimizden nasıl geliyorsa yani.
Sonra ben sana romantik akşam yemekleri yiyelim, sana çiçekler alırım, öp beni demiyorum ki. Gel diyorum, söyleyelim bir çiğ köfte, yiyelim beraber.
Sonra ben sana gel sinemaya gidelim, güzel filmler izleyelim, gezelim beraber demiyorum ki. Gel diyorum, alalım formaları maça gidelim, bağıralım avazımız çıktığı kadar.
Sonra ben sana karda güzel fotoğraflar çektirelim, kıskandıralım insanları demiyorum ki. Gel diyorum al şu kartopunu fırlatalım beraber milletin kafasına.
Sonra diyorum gezelim kaykayla, basketbol maçı yapalım beraber.
Ben demiyorum ki sana; Mükemmel bir çift olalım, kusursuz, harika anlaşalım. Benim istediğim gibi mükemmel adam ol. Ben diyorum ki sana; gel benimle hayatını yaşa. Kimsen o ol, değiştirme kendini, doğal olalım. Ne istiyorsak onu yapalım.
Gel diyorum bak, söylüyorum.
Gel; boş verelim insanları, keyfimize bakalım, MUTLU OLALIM..
BAHAR TEMİZLİĞİ
Kulpu kırık fincanları,
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu,
Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri,
Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o sandalyeyi,
Dibi kararmış tencereyi,
Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları,
Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz fotoğrafı,
Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına) ATIN
Ohh bir ferahlayın bakalım.
Tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadı’ları atın, olmamış işte.
Takılıp kaldığınız o günü, Düşünüp durduğunuz o lafı.
ATIN Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü, Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’ ATIN O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini,
Kestiğiniz eski gazete küpürünü,
İçinizi kemiren o ukdeyi ATIN
Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün. Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz.
Cevabı olmayan soruları
Kaçırdığınız fırsatları
Atıldığınız işleri
Beceremediğiniz ilişkileri
Kişisel gelişim kitaplarını
ATIN
Arkanızdan konuşanları,
Önünüzü kapayanları,
Alamadığınız terfiiyi,
Oturamadığınız evi,
‘Şimdiki aklım olsa’ları
Aldığınız en kötü karneyi, Hatta en iyi karneyi,
Çalışmayan saatleri,
İşe yaramayan fikirleri,
Kaçan trenleri,
Zamansız yaşlandıran dertleri,
‘O gün’ olanları,
Halının altına süpürdüklerinizi,
Dolabın dibine iteklediklerinizi
ATIN
Bakın, ne güzel güneş çıktı
MUTLU ÖMRÜN 10 SÖZÜ
Her insan mutlu bir hayat sürmek, kendini mutlu hissetmek ve de huzur içinde ölmek ister. İstemek ile gerçekleştirmek arasındaki fark da işte tam bu noktada devreye girer… Philip E. Humbert adlı bir yazar / yaşam koçu, “İnsanlara mutlu yaşamın anahtarını 10 kuralda toplayacak olsam, hangi deyişleri seçerdim?” diyerek, yaptığı bir çalışma sonrası bir liste hazırlamış. Humbert, hayatı işte bu 10 özdeyişin penceresinden keşfetmiş.
- Kendini tanı (Sokrates)
Kendi içinde yolculuk yap. Günlük tut. Kalbin, gönlün, vicdanın ne diyor? Neyi öne çıkarıyor? Dünyaya bilinçli bakmanın yolu başta bu iç yolculuktan geçiyor. - Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol (Mevlana)
Dürüst ol, adil ol, hakça düşün. İçinden gelen sesin öne çıkardığı değerleri koru. Hayatta bir şeyleri korumak için ayakta kalmazsan, her şey seni düşürür. - En yukarıda aşk var (Aziz Paul)
Sesi müziğe dönüştüren aşktır. Aşk olmazsa, sevgi ilişkileri yoksa, özen eksikse, hayatın kuru bir daldan farkı kalmaz. - Dünyayı hayal gücü döndürür (Albert Einstein)
Yaptığımız her şey hayal kurarak başlar. Hayat herkes için; hayalleri gerçekleştirmek ve yapabileceğinin en iyisi, olabileceğinin en güzeli peşinde gitmektir. Bobby Kennedy’nin sözü gibi: Diğerleri dünyaya bakıyor ve “Neden?” diye soruyor. Ben bambaşka bir dünya düşünüyor ve “Neden olmasın?” diye soruyorum - Fazla güzellik göz çıkarmaz (Mae West)
Güzel hayat doya doya yaşanır. Mutluluk paylaşılır, hayatı sevme hissi coşkuyla beraber gelir. Ruhun müziğinde “Haydi bastır, göster kendini” temposu vardır. Kibir değil, coşku! - Fırsatlar yakalandıkça çoğalır (Sun Tzu)
Başarı cesaret ister, başlangıçtaki cesaret sonradan inanca dönüşür. İnanç insanlığa daha iyi hizmet arzusuna dönüştüğünde, fırsatlar yelpazesi yukarı bir seviyede tekrar açılır. - Ya yap ya yapma. Denemek yok! (Yoda -Yıldız Savaşları)
Hayat seri hareket, karar ve kararlılık gerektirir. Tereddütte kalanlar geride kalır. Hayatın üstüne gitmezseniz, hayat sizin üstünüze gelir. - Mükemmellik, ekleyecek bir şey kalmadığında değil, alınacak bir şey kalmadığında oluşur (Antoine de St. Exupery)
Hayatınızı basitleştirin. Basite indirge, indirge, bir kere daha indirge… O zaman ne kalıyor ona bak. İstekler listenizi kısa tutun. Kısa tutun ki, odaklanabilesiniz. Güneş ışığına büyüteç tutmak gibi konsantre olmazsanız, hayatı yakamazsınız. - Kabiliyet yoksa sanatçı olmaz, ama çalışılmadıkça kabiliyet hiçbir işe yaramaz (Emile Zola)
Ancak akıllı, bilinçli ve odağı şaşmayan çabalar sonrası, olası potansiyelin yapabilecekleri gerçekleşir. Elması yontmadıkça elinizde sadece bir taş parçası vardır. - Hayatı yaşamanın iki yolu var. Biri hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak… Diğeri her şey mucizeymiş gibi yaşamak (Albert Einstein)
Humpert eklemiş: Şükretmeyi unutmamak gerek!
ACI GERÇEK
Evime televizyon geldiğinde okumayı unuttum.
Araba kapıma geldiğinde yürümeyi unuttum.
Elime telefon aldığımda mektup yazmayı unuttum.
Bilgisayar evime geldiğinde hecelemeyi unuttum.
Evime klima aldığımda serinlemek için ağaçların altına gitmeyi unuttum.
Şehirde kaldığımda çamurun kokusunu unuttum.
Bankalar ve kartlarla uğraşırken paranın değerini unuttum.
Parfümün kokusuyla taze çiçeklerin kokusunu unuttum.
Hızlı ama zararlı yemeği keşfettiğimde milli yemekleri pişirmeyi unuttum.
O kadar çok koşturdum ki durmayı unuttum.
Ve son olarak whatsapp’ı indirdiğimde konuşmayı unuttum.
BAŞARININ SIRRI
İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.
Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. ‘Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?’ diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, ‘Sana yardım edebilirim’ dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: ‘Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al’ dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.
İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller’ e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. ‘Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim’ diye düşündü. John Rockefeller’ e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.
Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire ‘Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir’ dedi. ‘Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor’ diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.
İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.
Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.
Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.
Herkese başarılar dilerim.
Alıntı.
BİR GÜN SUSMAYI ÖĞRENDİM
Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım.
Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi.
Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim.
Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım.
Babam sinirlenir, ‘Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!’ derdi. Annem de ‘Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturmayacaksın babanla?’ diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, ‘Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.’ diye bağırmaya devam ederdi.
‘Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık’ derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli bir şey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı.
Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.
Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; ‘Bak, böyle uslu uslu oyna işte.’ diyordu.
Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu.
‘Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.’ diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem ‘Odanı topla! ‘diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.
Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum.
Annem odama gelip ‘Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ‘ dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden
alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım.
Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi ‘Çok güzel olmuş.
Bu adam benim herhalde.’ dedi. Ben ‘Hayır o adam değil, bu çocuk sensin. ‘dedim.
O ‘Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın. ‘dedi.
Ben yine ‘Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.’ dedim.
Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: ‘Peki neden bizi küçük çizdin?’ dedi. Heyecanla başladım anlatmaya.
Ben büyüyüp adam olacağım.
İş bulup çalışacağım.
Siz yaşlanıp küçüleceksiniz.
Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız.
Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.
Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda iş yerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile.
Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde ‘Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.’ diyeceğim.
Ve bir de bağıracağım ‘Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar’ diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Duyduklarına inanamıyorlardı..
Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.
Farkında’ Olmalı İnsan…
Kendisinin, Hayatın Olayların,
Gidişatın Farkında Olmalı.
Ömür Dediğin Üç Gündür, Dün Geldi Geçti Yarın
Meçhuldür, O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür.